Bir süre önce birkaç iş için Avrupa’daydım. Daha önce görmediğim ve görmek istediğim yerlere uğrayacak zamanlar yaratmaya çalıştım. Uğrayacak diyorum zira gerçekten gezecek kadar zamanım hiç olmadı. O şehirden bu şehre savruldum durdum. Tabii, asli savrulmak istediğim kent Amsterdam’dı. Avrupa günlerimin sonları yaklaşırken, Almanya Ulm’den hareket edip 4 tren değiştirerek 7 saatlik bir yolculukla Köln’e vardım. Köln’de yağmur vardı.
İkinci dünya savaşı sırasında Almanya’nın en çok bombalanan şehri olan Köln’ü görmek gibi bir inadım hiç yoktu. Köln hakkında daha önce duyduklarım zaten büyük kilisesi hariç görülecek pek de bir tarafının olmadığı üzerineydi. O kilise de tren istasyonundan çıkar çıkmaz yağmurun altında tam karşımda duruyordu… Velhasıl benim için Köln geldiğim anda bitmişti. Köln’e gelişimin asıl nedeni, beş yıldır Belçika’da Gent yakınlarında yaşayan çocukluk arkadaşımla yaptığımız plandı.

ben. “Anladık biz onu az önce ve şaşkınlık içerisindeyiz” dedim. İşte tam o anda şaşkınlığımın doruğuna daha ulaşmadığımı anladım. Yoldan geçen muhtemelen İngiliz iki genç, ellerinde serçe parmak ve yüzük parmağı arasına sıkıştırılmış Bob Marley’i bile “Oha!” dedirtecek büyüklükte sarılmış marihuana ya da her ne ise olduğu halde yanımıza yanaştı. Polis ağabeylere bir adres sordular. Polis ağabeyler de gayet kibarca adresi tarif etti ve iyiakşamlarlaşıp uzaklaştılar. Onlar ellerinde otlarla polisle meşk ederken biz suç aleti biralarımız ayaklarımızın dibinde onları izledik. “İşte” dedim, şaşkınlığımı atar atmaz “Biz ilk defa geliyoruz, kafamız karışık, yolda uyuşturucu serbest, bira yasak, anlamak zor.” Pasaportlarımız temiz çıktı, biz de temiz davrandık sanırım… “Bu kez sizi affediyoruz ama her yerde kamera var gözümüz üzerinizde” gibi bir şeyler dediler, “İyi tatiller, hoş geldiniz” diye ekleyip pedallarına basıp gittiler… Suç aleti biralarımızı çöpe atıp, legal bira aramaya yola koyulduk.

Biz legal bira ararken siz sıkılmayın, hem de yazı “keşif”i hak etsin diye birkaç Redlight District linki vereyim, biz yasal birayı bulunca devam edelim.

Redlight’ın meşhur Penis Çeşmesi. (+18). Gerçi genç kız rüyası diye bir tatlı olan ülkemiz insanı için çok da ilginç olmayabilir.

Bir adet, Redlight’a düşmüş turistler neler diyor videosu. Dikkat edin mikrofon uzatılan herkes bizim alkol bulamadığımız o masum kafelerden çıkmış şekilde konuşuyor.

Redlight adını tüm caddeler boyunca sağlı sollu görünen bu vitrinlerden alıyormuş. Böyle dizi dizi sıralanmış vitrinler. İşaretle pazarlık yapılıyor, anlaşma sağlanırsa müşteri içeri giriyor, vitrinin perdesi çekiliyor ve hemen oradaki yatakta artık adına sevişme mi dersiniz ne derseniz ifa ediliyor. Müşteri çıkıyor perde açılıp gösteri yeniden başlıyor. Pazaryeri gibi bir yer, bir tek tezgâhtar yok…

Yasal birayı yanımızdan geçen ve fısıltıyla “Koko, koko” diyen siyahî insanların yöresinden seğirterek geçerken bulduk. Oturduk afiyetle biralarımızı içtik. Çıktık bir iki tur daha attık, oturduk biraz daha içtik. Şehirle ilgili ilk intibalarımızı konuştuk ve bizi en çok meraklandıran şeyin “Porno Tiyatro” olduğuna karar verdik. Gördüğümüz birkaç porno tiyatro arasında seçim yapmak için yeniden, biraz da çakır keyif koko fısıltılı yola döküldük. Görebildiğimiz 3 tane vardı. Fiyatları hemen hemen aynıydı. Sanatçılar değişikti. 40 Euro’ya tiyatro ve 4 adet içecek dâhil. Tiyatrolardan birinin önünde 8 tane nereli olduklarını anlamadığımız kız “Biz grubuz, grup indirimi yapın” diye pazarlık ediyorlardı. Görevli kaç kişisiniz diye sorunca arkadaşım arkadan “10 kişi” dedi birden. Kızlar şaşkınlıkla dönüp baktılar ama rakam çoğaldı grup gücü arttı diye ses çıkarmadılar. 30 Euro’ya anlaşıldı ve grup olarak sanatsal etkinliğe duhul ettik.

Bildiğiniz tiyatro salonu. Çok önemli bir sanatsal etkinliği seyreder pozlarda bir seyirci güruhu. Arada teşrifatçı gibi dolanıp içkileri tazeleyen garsonlar. Seyirciler arasında kadın, erkek sayısı neredeyse eşit. Başladık seyretmeye. Bildiğiniz porno filmin canlı olanı, tiyatro demek ayıp bir şey! Konusuz porno anlayacağınız. Arada oyuncular değişiyor, alt alta üst üste çıkıyorlar, altlarındaki platform dönüyor ki seyirci pozisyonları kaçırmasın, açıları rahat yakalasın. Adam işini iyi yapınca seyirci alkışlıyor. İlk birkaç alkışta sırıtarak kalakaldıktan sonra biz de alışıp avuç içlerimizi patlatırcasına alkışımızı esirgemedik sanatçılardan. Arkadaşım yanımıza gelip oturan bir Güney Afrikalı kızla muhabbet etmeye başladı, ne konuşuyorlar diye kulak kabarttım, kız daha önce şehirdeki tüm tiyatrolara gitmiş, başka bir yer öneriyor ve seyrettiğimiz pozisyonlar hakkında yorum yapıyordu. Arkadaşım da kendini sanatsal etkinliğe kaptırmış bir entelektüel edasıyla muhabbeti sürdürüyordu. 1 saat kadar sonra sıkılıp çıkmaya karar verdik. Sanatçıların bir kısmı sevişmeye devam ediyorlardı. Tiyatronun barında son bir kadeh kalan içki hakkımızı tüketmeye oturduk, sanatçılardan ikisinin de orada olduğunu gördük. Arkadaşım çok iyiydiniz, çok beğendik filan dedi ve imzalarını istedi. Hiç yadırgamadan imza verişleri ise tüm bunlara şaşırdığım için sorunun bende olduğunu düşündürdü bana… Gece 3:00 olmuştu… Ot kokuları arasında en uygun otelimize doğru yol aldık. Bir geceye bu kadar şaşkınlık yeterdi. Otele yürürken çişimizi yol ortasında duran şöyle bir şeye yaptık.


Emre KOZAN ® sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir Cevap Yazın