Arthur Schopenhauer Üzerine Notlar I “Düşüncelerini incelemek yerine bir filozofun yaşam öyküsünü okumak, bir tablonun kendisini ihmal edip yalnızca çerçevesinin biçimine dikkat kesilmekten; iyi veya kötü oyulup oyulmadığını, yaldızının kaça mal olduğunu tartışmaktan farksızdır.”- Arhur Schopenhauer
Her ne kadar filozofun kendisi böyle söylese de Schopenhauer’un felsefesini daha iyi anlamak için onun yaşamından bazı kesitleri bilmemiz gerekir. Mesela kadınlar hakkındaki katı ve oldukça insafsız sayılabilecek tutumunun altında yatan sebeplerden birinin “annesi ve kız kardeşine olan nefreti” olması okuyucunun dikkatinden kaçmamalıdır. Über die Weiber (Aşka ve Kadınlara Dair) adlı denemesinde şöyle der:

“Bir şey ne kadar soylu ve mükemmel ise onun olgunluğa erişmesi o kadar geç ve yavaştır. Erkek akli melekesinin ve ruhi kabiliyetlerinin olgunluğuna yirmi sekizinden önce nadiren ulaşır; kadınlar ise henüz on sekiz yaşlarında; fakat kadınların durumunda bu çok zayıf ve dar sınırlar dahilinde gerçekleşir. Bu sebepten ötürüdür ki kadınlar bütün hayatları boyunca çocuk kalırlar, …. , gerçek yerine bir şeyin görünüşüne teslim olurlar ve en önemli işlere karşı önemsiz şeyleri tercih ederler.”
Schopenhauer’ın (şopenhauır) neden çok önemli bir filozof olduğu üzerinde durmakta fayda var. Felsefe tarihinde çok önemli bir yer tutmasının aslında başlıca iki sebebi vardır. Birincisi kendinden önce gelen filozofların yüzyıllardır tartıştığı bilgi, metafizik gibi fazlaca soyut felsefi problemleri geriye itip “insan nasıl yaşamalıdır?” sorusunun üzerinde yoğunlaşmıştır.

Daha çok somut ve insan zihnini yüzyıllardır kurcalayan sorunlar üzerinde kafa yormuştur. İlhamını bizzat yaşamın kendisinden almıştır. İkincisi ise çağın eğilimlerine uymayıp evrensel olana yönelmiştir. “Her filozof bir bakıma kendi çağının temsilcisidir” önermesi doğru ise Schopenhauer tamamen bir istisnadır. Schopenhauer çağının hastalıklarından biri olan milliyetçiliğe yakasını hiç kaptırmamış aksine Alman ulusuna karşı olan antipatisini çok net bir dille (fazlasıyla net) belirtmiştir. “Vefat etme ihtimali için burada itiraf ediyorum ki, Alman ulusunu taşkın aptallığı yüzünden küçümsüyorum ve ona ait olmaktan utanıyorum.” – Arthur Schopenhauer
Schopenhauer, 22 Şubat 1788’de Danzig’de (diğer bir ismiyle Gdańsk; bugün Polonya’ya bağlıdır) başlayan hayatına, 1860’da Frankfurt’ta yapayalnızca veda eder. Ömrünün büyük bir kısmını yalnızlık ve anlaşılamamakla geçirmiştir. Tüccar babasının intihar etmesinin ardından onun işlerini sürdürmeye çalışır ancak başarılı olamaz. Küçükken tüccar olmak istemesine karşın yirmili yaşlarında üniversiteye başlamıştır. Ömrü boyunca neredeyse tüm Avrupa’yı gezmiştir.

Schopenhauer’ın hayatının en dramatik kesiti -hiç kuşkusuz- “baş yapıtım” dediği Die Welt als Wille und Vorstellung’un (İstenç ve Tasarım Olarak Dünya) ilk kez basıldığında neredeyse hiç satmaması ve sonunda atık kağıdı olarak toplanması olmuştu. Zaten tanınmaya başladığı ömrünün son yıllarının haricinde ufak tefek dergilerin dışında hiç fark edilmedi. Çünkü o dönem Hegel’in Alman ve Avrupa felsefesini kasıp kavurduğu bir dönemdi.

Arhur Schopenhauer’ı diğer Alman filozoflarından(Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Friedrich Nietzsche, Immanuel Kant gibi) ayıran en önemli özelliği sahip olduğu olağanüstü akıcı üslubudur. Yazıları yalın, anlaşılır, açık ve net ama bir o kadar da derindir ve bir dahinin kaleminden çıktığı çabucak anlaşılır. Uzun ama karışık olmayan cümleler kullanarak okuyucuyu hemen kendine çeker. Kelime oyunları, süslü anlatımlardan imtina eder. Onun tek amacı okuyucusuna bir şeyler anlatabilmektir. Bir Alman olmasına karşın, kendisinin Alman felsefe ekolünün tipik bir örneği olduğunu söylemek çok güçtür. Yine de Almanlara has bir “Romantizm” yok değildir. Schopenhauer’dan bahsetmişken Doğu Felsefesine olan tutkusundan söz etmemek doğru olmaz. Doğu felsefesine, en başta Hinduizm’e karşı -bildiği dillerde çok az kaynak olmasına rağmen bu kaynakları çok iyi kullanmak suretiyle- müthiş bir ilgisi vardır. Vedanta felsefesinden ve Budizm’den oldukça etkilenmiştir. Yaşamın ızdırap ve can sıkıntısı arasındaki salınımlardan ibaret olduğunu ve mutlu bir yaşama ulaşma rüyasını bir kenara bırakıp onun yerine ızdırapsız bir yaşamı hedeflemek gerektiğini savunur.
Doğunun bilgeliğini, Antik Çağ Grek bilgeliğinden daha fazla önemsemiştir. Öyle ki Antik Çağ Grek felsefesi nasıl ki Rönesans’a neden olduysa (Rönesans aydınlarına ilham kaynağı olarak) Eski Çağ Hint felsefesinin de yeni bir Rönesans’a neden olacağını savlıyordu. Ancak aradan geçen yüz elli yıldan fazla zamanın bu savını doğruladığı söylenemez. Yine de günümüzde Avrupa toplumlarının-buna Amerikan toplumunu da dahil etmek gerekir- Hristiyanlık ve Greko-Roman bilgeliği dışında, başka arayışlar içinde de olduğunu yadsıyamayız (Budizm gibi). Schopenhauer tıpkı Aristophanes gibi karamsar (pessimistic) bir filozoftu. Schopenhauer yaşamı öylesine karamsar bir temele oturtuyor ki, ulaştığı bu mutlak karamsarlığa katılmasanız bile kendi savını desteklemek için tespit ettiği gerçekleri neredeyse tartışmasız kabul ediyorsunuz. Jung bu yüzden Schopenhaur’ın felsefesi için şöyle demiştir:
“Evrenin temellerinde her şeyin en iyi olmadığını gören en az bir filozof vardı. Schopenhauer’ın karanlık dünya resmini tamı tamına onayladım; ama soruna getirdiği çözümü onaylamadım…”
Çözüm iradenin hizmetinde olan aklı önce iradenin boyunduruğundan kurtarmak ve sonra iradeyi alt etmekti. İşte Schopenhauer bize nasıl yaşamamız gerektiğini kulağımıza fısıldıyordu. Ve nasıl bir yaşam sorusunu şöyle özetliyordu: “Kendi kendimize yeten bir yaşam.” İyiliği de kötülüğü de kendimizde bulduğumuz, mutlak bilgeliğe (insan-ı kamil’e) ulaştığımız bir yaşam. Ve bu ancak yaşama iradesinin inkarıyla mümkün olur. Çünkü insan ebediyen doyurulamayan varlıktır ve yaşam mütemadiyen yoksunluk, ihtiyaç ve sonsuz ızdıraptır. İhtiyaç ve yoksunluğun pençesinden kurtulur kurtulmaz hayatın mutlak yavanlığının ve boşluğunun farkına varırız. Schopenhauer’un şu sözleriyle nasıl yaşamalı sorusuna nihai bir cevap bulmuş oluruz: “Akıllı adam her şeyden önce ızdıraptan ve harici sıkıntıdan azade olmak için çabalayacak, sessizliği ve boş vakti, dolayısıyla mümkün olan en az sayıda beklenmedik ve tehlikeli karşılaşma ile birlikte sakin, mütevazı bir hayatı arayacaktır; ve böylelikle sözüm ona hemcinsleriyle çok az bir ortak tecrübeyi paylaştıktan sonra, münzeviyane bir hayatı tercih edecektir, hatta büyük bir ruha sahipse büsbütün yalnızlığı seçecektir.”
Ve böylece Schopenhauer, safi münzeviliğin bile yetersiz olduğunu; insanın hayattan elini eteğini çekmesi gerektiğini söyleyerek Kinizm’e çok yaklaşmış ve hayat rüyasına kendilerini fazlaca kaptıranları sertçe eleştirmiştir.

Yararlanılan Kaynaklar:
Aşka ve Kadınlara Dair – Arthur Schopenhauer, Say Yayınları
Hayatın Anlamı – Arhur Schopenhauer, Say Yayınları
Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine – Arhur Schopenhauer, Say Yayınları
Parerga ile Paralipomena I.Kitap – Arthur Schopenhauer, Biblos Yayınları
Schopenhauer – Thomas B. Saunders, Say Yayınları
Stanford Encyclopedia Of Philosophy, Arhur Schopenhauer Maddesi
Wikipedia English ve Türkçe, Arhur Schopenhauer Maddesi


Emre KOZAN ® sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir Cevap Yazın