bir şeyi, doğanın dilini, ormanın, suyun, güneşin ve ayın ruhunu öğrenirler. Filmi bugüne dek izlememiş olanlar için fazla açık etmeyelim ama Dersu daha sonraları medeniyetle tanışır ve sonu iyi olmaz.

Uygar insana egzotik bir cangıl gibi görünen yer aslında yerliler için oldukça kompleks, sistemli, bilinçli bir tarladır, zamanını, huyunu, nasıl yaklaşman gerektiğini bildiğinde cangıldaki meyvelerin tarlaya ekilen gıdalardan eksik kalır yanı yoktur. Cangılda yaşayan kabilenin de kendi içinde kuralları, eğitim sistemi, inançları, çekişme ve çatışmaları elbette vardır, bulunduğu coğrafya, nüfus faktörü ve başka şeyler dahilinde. Öyleyse buradan hem insanların aslında yoğun tarım faaliyetleriyle doğayı kirletmesine ve yormasına gerek olmadığı, iyi vahşiler gibi yaşandığında kişinin yine kendine yetebileceği sonucunu çıkartabilir hem de gerçekte cangılı işleyen, kullanan vahşilerin de o koşullar içinde ekip biçen, kirleten, yıkan, bozan insan kadar karmaşık ve saf dengenin dışında kalan bir canlı türü olduğu, yıkıcılığın insanın kodlarında her zaman var olduğu kanısına varabiliriz.

Doğada etrafını etkilemeyen, sarfiyatı olmayan bir hayvan aradığımızda hayal kırıklığına uğrarız. Yoktur. Atalarımız tüketimde bizim kadar hızlı olsalardı insan nesli şimdiye kadar çoktan yeryüzünden silinmişti, ama bu onların da tüketmediği anlamına gelmiyor. Bir teoriye göre 11 bin yıl önce Kuzey Amerika’ya varan ilk insanlar olan Clovis’ler çeşitli memeli türlerini avlayarak ortadan kaldırdılar, bu türlere ait fosillerin pek çoğu Clovis’lerden önceki döneme tarihleniyor. Buna karşın Clovis’lerin Mamut’lardan başka hayvan türlerini avladıklarına dair kanıt yok, ortaya çıkartılanlar yalnızca geniş Mamut avı alanları. Üstelik aynı dönemde Sibirya ve başka bölgelerde de bir çok türün insanların etkisi ile değil iklimsel değişikliklere kurban gittiği yönünde bulgular var.

Doğayla uyumlu yaşama ve doğuştan gelen bilgeliğe sahip çıkma (Jung’un da söz ettiği ‘insanlığın ortak bilinci, doğuştan gelen bilgiler’) unsurlarının bazı günümüz toplumlarında da etkilerini görebiliriz. Tek tanrılı dinlerin otoritesi altında yaşayan toplumlar gelenek, ahlak, dayanışma ve benzeri değerlere sahip çıkar, ne var ki çok tanrılı dinleri ya da ilkel şamanist, mitolojik, animist inançları uygulayan toplumların bu değerlere sahip çıkmakta geri kaldığına, çok ahlaksız, berbat durumda yaşadıklarına da şahit değiliz. Japonlar bunun en iyi örneğidir, nüfusunun büyük çoğunluğunun herhangi bir dine mensup olmadığını ifade ettiği, diğerlerinin de çok tanrılı Japon mitine, bir dinden çok felsefe olan Zen Budizmi, Şintoizme inandığı Japon toplumu geleneklerine en sıkı bağlı uluslardan biridir. Japon halkı ve Japon iktisadi kalkınmasının geleneklerden ve temiz ahlaktan feyz aldığı fikri Semavi dinlerin muhafazakarlarınca çok sık dile getirilir. Doğaya saygı, dürüstlük, cesaret, fiziki güçlülük ve çalışkanlık Japon kültürünün bildik öğeleridir. Japonlar, Çinliler, Hintliler kültürlerindeki bon sauvage’ı bazı unsurlarıyla günümüze taşımışlardır. Çoktanrılı inançların toplumlara bazı yönlerden daha fazla demokrasi kazandırdığı da söylenebilir. Öte yandan, Afrika halklarının birçoğunda buna rastlayamıyoruz. Misyonerlik, sömürü, açlık, fakirlik ve animist, feodal, kabileci, avcı toplayıcı geleneksel kültür çarpıştığında ortaya bir felaket çıkıyor. Afrika’nın zengin maneviyatı, soyluluğu medeniyetin ayakları altında can çekişiyor.

Soylu vahşi miti romantik bir mübalağa olabilir ama önemli bir gerçeği yankılamaktadır. İlkel yaşam kusursuz değildir, doğal seleksiyonun insana armağanıdır, medeniyetten üstün olan yanları inkar edilemez. Vahşiler insanüstü değildir, insanın nasıl olması gerektiğini bilen insanlardır, insanın doğadaki yerini çok iyi bilirler. Dünyaya verdiğimiz bunca zarar, acı ve kan, doğuştan gelen kötülüğümüzden mi yoksa acizliğimizden mi? Doğayla uyum içinde yaşamak için fazla zayıf olabilir miyiz? Medeniyet aczimizin meyvesi mi? Neden olduğumuz bunca yıkımın ardından daha fazla doğurmaya, çoğalmaya hakkımız var mı?

İnsanlıkla ilgili sorulacak daha sonsuz soru var. Bu medeniyet-soyluluk-ilkellik soruları da daha uzar gider. Önümüzdeki yazılarda anarko-primitivism’e, yani meselenin birazcık siyasi kısmına girebiliriz. Bir de güvenlik, özgürlük meselesi var, uygarlığın getirdiği güvenlik ve konfor paranoyası ve hapsolmuşluk, ilkelliğin getirdiği özgürlük ve güvenlik. Noktayı şehirdeki odasında camdan bakarken dağlarını özleyen Dersu Uzala koysun filmden bir replikle: “İnsanlar bu kutularda nasıl yaşıyorlar?”


Emre KOZAN ® sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir Cevap Yazın