Dünyada hemen her ortam için farklılaşmış milyarlarca çeşit canlı var. Farklı asitlik seviyelerinde, farklı ısılarda, farklı minerallerin/gazların varlığında hayatta kalmak üzere evrimleşmiş türlü çeşit bakterinin arasında, elbette ki canlıların vücudunda yaşamak üzere evrimleşmiş, kimi zaman (mide ve barsaklarımızda olduğu gibi) vücudunda yaşadığı canlıya faydası dokunan, kimi zaman vücuduna girdiği canlıyı hasta eden, kimi zaman öldüren, kimi zamansa ölmekten beter eden yaratıklar var.
Şimdiki konumuz, farklı canlıların vücutlarına yerleşip orada yaşayan, ve bu yaşam süresince aklınızın ucundan bile geçmeyecek işler yapan parazitler. Beyinlerine/sinir sistemlerine yerleştikleri canlıların üzerinde ufak davranış değişikliklerinden, “Tam zihin kontrolü” olarak yorumlayabileceğimiz durumlara çok geniş bir yelpazede değişen etkilere sahip olan envai çeşit parazite şöyle bir göz atacağız.

Sizi parazitlerle tanışıklık maceram boyunca kronolojik olarak gezdireceğim. Bu sebepten, ilk konumuz…

Leucochloridium varidae:

Leuchloridium Varidae, kuşları ve sümüklüböcekleri enfekte eden bir kurtçuk ve bir ev sahibinden diğerine geçiş hikayesi oldukça ımm… rahatsız edici.
Yağmur ormanları civarında yaşayan bu yaratık, yumurtalarını kuşların dışkıları içine bırakıyor. Kuş hayvanı, uçan bir yaratık ancak dışkısı, kuşun bu aerodinamik özelliklerini sergilemediğinden ister istemez yere düşüyor. Amazon koc-ca orman. 100 metrelik ağaçlar var, yere düştün mü bir daha uçan bir kuş tarafından görülmen pek mümkün değil. Peki nasıl olmuş da bu Leucochloridium efendi kuşun içine girmeyi başarmış?

Efendim, ormanın dibi nemli, bol besinli, dolayısıyla envai çeşit canlı türüne ev sahipliği yapıyor. Bunlardan biri de, bildiğimiz sümüklü böcek. Bu Leucochloridium efendi, sümüklüböcek tarafından afiyetle yendikten sonra, bir yolunu bulup sümüklüböceğin sinir sistemine yerleşiyor. Yerleştikten sonra yaptıkları ise akıllara zarar.

Öncelikle zavallı sümüklüböceğin antenimsi gözlerini kalınlaştırıyor, parlak renkler kazandırıyor ve damar misali atmalarına yol açıyor. Kafası kocaman olan sümüklüböcekçik kabuğuna geri çekilemez hale geliyor. Sümüklüböceğin davranışları da değişiyor ve zavallı, engellenemez bir “ağaçlara tırmanma” isteği duymaya başlıyor, normalde gölge severken güneşlenmekten hoşlanmaya başlıyor.

Eh, bir ağacın tepesinde yanıp sönen kıvrım kıvrım kıvrılan parlak bir sümüklüböcek de, hiç bir kuşun kaçırmak istemeyeceği bir öğle yemeği olduğundan, aşağılık parazit leucochloridium varidae, çocuklarını üreteceği kuşun sindirim sistemine yerleşmiş oluyor.

Leucochloridium ile igili iki videoya buradan ve buradan ulaşabilirsiniz.

Cymothoa exigua: Kabuklu bir parazit olan cymothoa exigua, bir vücut organının tamamen yerini alan bildiğimiz tek parazit. Balıkların ağzına yerleşiyor ve kurutup öldürene kadar balığın dilindeki kanı emiyor. Kendisini dil öldükten sonra kalan parçaya yapıştırıyor ve balık bu paraziti kendi diliymiş gibi kullanabiliyor (yemek yakalayabiliyor, yiyebiliyor vs).
Tabii cymothoa da bu beslenme işinden payını alıyor.

Dicrocoelium dendriticum: Sağ kulağını sol eliyle tutan bir yaşam döngüsü var dicrocoelium dendriticum’un. Erişkin dicrocoelium’lar inek, koyun gibi otlayan memelilere yerleşiyorlar ve dışkılarıyla yayılan yumurtalar bırakıyorlar. Bu dışkılar, otlakçı sümüklüböcekler tarafından yeniyorlar. Yumurtalar sümüklüböceklerin içinde çatlıyorlar ve bebek parazitler, sümüklüböcek tarafından “öksürülerek”, balgamımsı bir madde içinde yere atılıyorlar. Bu madde karıncalar tarafından yeniyor. Bu maddenin tadına bakmış karıncalarda ise tuhaf bir değişiklik görülüyor ve normalde kolonilerinin sıcaklığından faydalandıkları akşam saatlerinde “bana bi haller oluyor hanım” diyerek gezmeye çıkıyorlar. Bu gezi sırasında gördükleri ilk otun üzerine tırmanıp, otun ucunu ısırarak o şekilde sallanmanın çok eğlenceli olacağını düşünerek, sabaha kadar bu posizyonda kalıyorlar. Elbette sabah tekrar ortaya çıkan inekler, huşû içerisinde tükettikleri otun başındaki karıncayı protein, içindeki paraziti de misafir olarak bünyelerine alıyorlar.

Ampulex compressa:

Erişkin bir ampulex compressa, her gün gördüğünüz yaban arılarından ayırt edilecek bir böcek değildir. Yalnız, dişinin yumurtlama dönemi geldiğinde işler biraz tuhaflaşıyor. Dişi, yumurtalarını içine bırakacak zavallı bir hamamböceği buluyor ve hamamböceğine iki kusursuz iğne vuruyor: Karın – boyun bölgesine soktuğu ilk iğne ön ayakların bükülmesine yol açıyor. İlk sokmanın yarattığı kısa felç sürerken, arı, böceğin kafasına daha da ince ayarlı bir iğne yapma fırsatı buluyor.
Arı, iğnesini böceğin kabuğunu geçip direkt olarak beynine saplıyor. İğnesinin yanlarındaki tüylü sensörleri kullanarak, bir cerrahın laparoskop yardımıyla apandisit bulması gibi beyinde istediği yeri buluyor. Kaçma refleksini tetiklediği düşünülen bölgeye ulaşana kadar iğnesini ileri geri oynatıyor ve kaçma refleksini yok edecek şekilde nöronları etkileyen bir zehir enjekte ediyor.

Dışarıdan baktığımızda, olup bitenler gerçekdışı görünüyor. Arı, hamamböceğini felç etmiyor. Hatta aslında, böcek ön ayaklarını doğrultup yürümeye devam edebilecek durumda, ancak artık, kendi isteğiyle hareket edemiyor. Arı, hamamböceğinin antenlerinden birini TUTAR ve böceği YÖNLENDİRİR. Aynen tasmayla köpek gezdirir gibi!

Zombi-hamamböceği efendisi nereye götürürse oraya sürünür, ki hedef nokta da kendi yuvasından başka bir yer değildir. Daha sonra arı çakıl taşlarıyla yuvanın kapısını kapatır ve tekrar hamamböceğine döner. Hamamböceği, arı karnına yumurtalarını bırakırken direnmez. Yumurta çatlar ve larva hamamböceğinin karnında açtığı delikten içeri girer.

Hamamböceğinin içinde büyüyen larva, yaklaşık 8 gün boyunca evsahibinin organlarıyla beslenir ve artık kozasını örmeye hazırdır. Tabii ki bunu da hamamböceğinin güvenli kabuğunun içinde gerçekleştirir. 4 haftadan sonra artık erişkin bir arıdır. Kozasından -ve hamamböceğinden- dışarı çıkar. Alien filmleri gibi.

Toxoplasma Gondii:

“Ohaaa… ohaohaaaa!” nidalarıyla öğrendiğim toxoplasma gondii, gerçekten en tedirgin edici parazitlerden biri. Sırf kendi yaptıkları yüzünden değil, bunun gibi bilmediğimiz daha binlerce parazit olabilmesi olasılığı yüzünden.
Bu sebepten, konuyla ilgili Carl Zimmer’ın makalesini çevirmeyi uygun görüyorum:

“Kedilerin sindirim sistemlerinde yaşayan, *tesadüf eseri* fareler ve kedilerin yemekten hazzettiği diğer hayvanlar tarafından yenebilen yumurtalarını kedinin dışkısıyla bırakan, tek hücreli bir parazit. Ara-ev sahibinin vücudunda beyin dahil olmak üzere bir çok yerde kistler oluşturabiliyor ancak, örneğin toksoplazma ile enfekte olmuş bir fare, tamamen sağlıklı yaşamına devam edebiliyor. Bu parazit açısından mantıklı, zira kedilerin ölü farelerle işi olmaz. Ancak, Oxford’daki bilim adamları, parazitin fareyi çok ince fakat çok önemli bir yönde değiştirdiğini ortaya çıkarttılar.

Fareleri 6×6 genişliğinde, sınırlı bir dış mekanda, tuğlalarla düzenlenmiş hücreler ve yollarla dolu bir labirentte incelemişler. Alanın her köşesine bir tas su ve yemekle birlikte bir kutu koymuşlar. Her kutuya farklı bir kokudan birkaç damla eklemişler. Bir tanesine taze saman, bir tanesine fare yuvası, bir tanesine tavşan sidiği, bir tanesine de kedi sidiği kokusu yerleştirmişler. Sağlıklı fareleri labirente bıraktıklarında, hayvanlar dikkatlice ortalıkta dolanıp kutuları araştırmışlar. Kedi kokusunun olduğu bölgeye yaklaştıklarında korkup, bir daha da o bölgeye yaklaşmamışlar. Burada ilginç bir şey yok, kedi kokusu fare beyninin kimyasında aniden yoğun bir endişeye yol açacak kimyasal değişimlere yol açar (hatta araştırmacılar anti-panik ilaçları test ederken farelere kedi çişi koklatırlar). Bu panik atak sağlıklı fareleri kokudan kaçmaya, ve genel olarak maceracılıktan uzak durmaya iter.
Sonra, araştırmacılar toxoplazma taşıyıcısı fareleri bırakmışlar ortama. Çoğunlukla sağlıklı farelerden ayırt edilemeyen parazitli fareler, ne kendilerini beslemekte ne de eş bulmakta herhangi bir zorlukla karşılaşmazlar. Araştırmacıların buldukları tek fark, bu farelerin kendilerini öldürtmeye daha meyilli oldukları. Labirentteki kedi sidiği kokusu, bu fareler üzerinde en ufak bir endişe, panik belirtisi yaratmamış ve hiç bir problem yokmuş gibi işlerine devam etmişler. Diğer her yeri inceledikleri sıklıkta kedi sidiğinin bulunduğu yeri de incelemişler, hatta o noktaya özel bir ilgi duyup tekrar tekrar geri gelmişler.

Bilim adamları, toxoplazmanın farelerdeki beyin aktivite düzenini farklılaştıran bir madde salgıladıklarını öne sürüyorlar.

Oxford’dakiler, toxoplazma’nın kedi kumu veya toprakla haşır neşir olan insanları da etkileyebildiğini biliyorlar tabii. Çoğu insan için enfeksyonun bir zararı yok. Yalnızca bağışıklık sistemi zayıf insanlarda toxoplazma kontrolsüz çoğalabiliyor. Bu yüzden hamile kadınların bunlarla pek haşır neşir olmaması önerilir ve yine bu yüzden AIDS li insanlar için toxoplasma büyük bir risktir. Bunun dışında, parazit insanların vücutlarında ve beyinleirinde sakin sakin yaşar. Dünya üzerindeki insanların hemen yarısının toxoplazma taşıdığı tahmin edilmekte.

İnsan ve fare beyinlerinin benzerlikleri göz önüne alındığında (aynı anatomiye sahipler ve aynı nörotransmiterleri kullanıyorlar), doğal olarak ortaya bir soru çıkıyor: Eğer toxoplasma, farelerin davranışlarını değiştirebiliyorsa, acaba bir insanda da benzer bir etki yapar mı? Elbette, bu parazit için pek bir fayda sağlamaz zira kediler tarafından yenen insanlar pek fazla değildir [menguzar’ın notu: Bu yalnızca son birkaç bin sene için geçerli tabii. Arslanı var, kaplanı var bunun.] ancak yine de bir etki olabilir.

Bazı bilim adamları toxoplazmanın insanların kişiliğini değiştirdiğini, erkeklere ve kadınlara farklı etkiler getirdiğini düşünüyorlar. Parazitolojist Jaroslav Flegr, toksoplazma taşıyıcısı insanlara ve kontrol gruplarına psikolojik anketler uygulamış. Taşıyıcıların, küçük ancak istatistiki olarak belirgin bir öz-güvensizlik ve kendini suçlama eğilimi gösterdiklerini ortaya çıkartmış. Paradoksal olarak, taşıyıcı kadınlar diğerlerine göre daha dışa dönük ve sıcak kanlı iken, taşıyıcı erkeklerin daha kıskanç ve şüpheci oldukları ortaya çıkmış.

Bilim çevreleri tarafından bolca tartışılan, “olmaz öyle şey” lik bir çalışma. Ancak Stanley Tıbbi Araştırma Enstitüsünden Fuller Torrey’in ilgisini çekmiş. Torrey ve çalışma arkadaşları, Toxoplazma ve şizofreni arasında ilginç bağlantılar keşfetmişler. Parazit enfeksyonu astrositler adı verilen özel bir nöron tipine zarar veriyor. Şizofreni de öyle. Kanlarında toksoplazma bulunan hamile kadınların, ileride şizofren olacak çocuklar doğurma oranları hayli yüksek. Torrey, 2003 tarihli yazısında benzer bir kaç bağlantıya daha yer veriyor. Hiç biri “vaaay be” lik durumlar olmasa da, düşünmeye teşvik ediyorlar.

Bir yol sonra, Torrey ve arkadaşları bir diğer şaşırtıcı bağlantı keşfettiler. Petri kaplarında insan hücreleri yetiştirip, bunları toksoplazma ile enfekte ettiler. Daha sonra bunlara şizofreni tedavisinde kullanılan çeşitli ilaçlar verdiler. Haloperidol başta olmak üzere ilaçların büyük çoğunluğu, parazitin gelişmesini engelledi.

Son olarak ise, Fuller ve Oxford bilim adamları bir sonraki mantıklı soruya cevap bulmak için güçlerini birleştirdiler: Şizofreni tedavisinde kullanılan ilaçlar, parazit tarafından delirtilmiş bir farenin işine yarar mı? Orijinal testleri 49 fare üzerinde daha denemişler. Yine taşıyıcı fareler, kedi korkularını kaybetmişler. Daha sonra haloperidol ve diğer anti-şizofrenik ilaçlar vermişler farelere ve ilaçların fareleri daha korkak yaptıklarını keşfetmişler.”

Neler oluyor yahu?
Birkaç çeşit kabusumsu parazit inceledik. Beni bu konuda, özellikle de toxoplasma gondii ile tanıştıktan sonra, en çok düşündüren şey şu: “Bu adamlar bizi daha ılımlı yahut daha kıskanç yapabiliyorlar. Bilmediğimiz bi ton parazit de kesin vardır. Bu bağlamda düşüncelerimizin/hislerimizin ne kadarı bize ait? Yahut ‘ben’ diye nitelediğimiz şey, aslında beynimizdeki bakterilerin, parazitlerin oluşturduğu, herkesin kendi rolünü oynayarak ortaya bir ‘ben-yanılsaması’ çıkarttığı kollektif bir ortam mı? Bu yazıyı bana ben mi yazdırdım? Yahut sevdiğim bir arkadaşın deyimiyle, ‘Beni ben mi delirttim?'” 🙂

Parazitsiz günler dilerim efenim.


Emre KOZAN ® sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir Cevap Yazın