Blues tarihi, 17. yüzyıldan itibaren Kuzey Amerika kolonilerine Afrika’dan ilk kölelerin getirilmesiyle başladı ve ABD’nin siyasi ve toplumsal tarihi ile şekillendi. Bu yüzden de blues’un ortaya çıktığı toprakların sosyal ve tarihi arka planını da içine alan genel bir bakış, blues’u daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Zaten blues’u teknik müzik terimleriyle anlatmaya çalışmak ve sıradan bir müzik türü olarak görmek, bu müziği yaratan insanlara yapılmış en büyük haksızlık olur. Kuzeyin sanayileşmiş eyaletlerine karşın, büyük tarım arazilerine sahip güney eyaletlerinde artan işgücü talebi, köle ticaretinin merkezinin bu eyaletler olmasını sağladı. Güneyli toprak sahipleri için ucuz işgücü demek olan köleler ekonomik gelişmenin vazgeçilmez unsuru olarak görülüyordu.
Afrika’dan gemilere istiflenerek getirilen bu insanların, toprak sahibi için ölesiye çalışmasından başka bir şansları yoktu. Nasıl çalışacakları da ”Siyahlar Kanunu(Black Code)” ile kurallara bağlanmıştı. Örneğin Mississippi’nin Siyahlar Kanunu, kölelerin haberleşip isyan planı yapacağı korkusuyla davul çalınmasına son vermişti. Her şeyleri ellerinden alınan kölelerin, Afrika’dan yanlarında getirebildikleri tek şey müzikleriydi. Tarlalarda, çalışmaya ritm sağlayan ve verimliliği arttıran ‘’Work songs(iş şarkıları)’’ efendi tarafından hoş görülüyordu. Blues’un ilk örnekleri olan bu iş şarkıları geleneksel Afrika ilahilerini temel alıyordu. Gruplar halinde çalışan işçilerden biri gruba sesleniyor, ardından grup koro halinde cevap veriyor ve aynı mısralar tekrarlanıp duruyordu. Bazen de bütün acısını içinden geldiği gibi haykıran siyah işçinin ‘’Holler(haykırma)’’ları tarlalarda yankılanıyordu. Hayatta hiçbir dayanak noktası olmayan ve geleceğe dair bir beklentisi kalmayan kölelerin; sığınacakları, güvenecekleri ve onlara umut veren bir güce ihtiyaçları vardı. Elbette ki bu ihtiyaç köle sahiplerinin de onayladığı bir şekilde giderilmeliydi. Bu noktada güneyin dindar çiftçileri, köleleri, Tanrı’ya dua eder ve efendilerinin sözünden çıkmazlarsa cennette özgür olacakları konusunda ikna ettiler. Köleler kitleler halinde Hristiyanlaştırıldılar. Böylece sözleri İncil’den dualar olan ”Negro spirituals(zenci ilahileri)’’ ortaya çıktı. İş şarkılarındaki bir solist ve koronun karşılıklı söylemesi, bu ilahilerin de temel söyleyiş biçimiydi. Bu ilahiler daha sonra ”Gospel” adını alacak olan türün temelini oluşturuyordu.
Köle ticareti 1808’de resmen yasaklandı.Fakat bu köleliğin değil, ülke dışından köle getirmenin yasaklanmasıydı. Bu sayede kölelerin maddi değeri daha da arttı ve köle sahiplerinin kölelerinin sağlık durumu ve üreme yetenekleri konusundaki ilgisi daha ”özenli” bir hal aldı. Artık kölelerin sakat bırakılmama ve kasten öldürülmeme gibi hakları vardı.
Köle ticaretinin yasaklanması ile köleliğin maliyetinin giderek artması, sosyal hayatta da değişimlere neden oluyordu. Beyazların siyah kültürüne olan ilgisi eğlence dünyasında görülmeye başladı. Yüzlerini siyaha boyayan, siyahların dans ve müziklerini taklit eden beyazlar tarafından oluşturulan topluluklar çok popülerdi. Fakat, ilk başlarda iyi niyetli olan bu gösteriler daha sonraları siyahların aşağılandığı ve alaya maruz kaldığı bir hal aldı. Bu gösterilerin en ünlüsü, 1828’de İngiliz komedyen Thomas Rice’ın yarattığı ”Jim Crow” adlı karakter siyahlara yapılan ayrımcılık ve ırkçılıkla eşanlamlıdır.
1861-1865 yılları arasındaki Amerikan İç Savaşı, kölelikle ilgili kırılma noktası oldu.Bu savaşın en önemli nedeni; kuzey ve güney eyaletleri arasında köleliğin kaldırılması konusundaki anlaşmazlıktı.
Ekonomisini sanayileşmeye yöneltmiş, köleliği yasaklayan Kuzey ile ekonomisi tarıma bağlı, kölelik yanlısı Güney arasındaki 4 yıl süren İç savaş sonucunda sosyal ve ekonomik koşullar büyük bir değişim sürecine girdi.1865 yılından itibaren artık köle olmayan, eğitim alma ve oy verme hakkı olan siyahların, bu yeni koşullar içinde kendi yeni konumlarını arama mücadelesi de başlamış oldu.
Tüm kaynaklarını iç savaş için tüketen Güney, ekonomik bakımdan büyük bir yıkıma uğradı. Yıllardır işleyen tarım sistemi yepyeni bir hal aldı. Büyük çiftlik plantasyonlarının bölünmesi sonucu bunların yerini küçük çiftlikler aldı. Artık özgür olan siyahların da toprak alma hakkı vardı ama tabi ki böyle maddi imkanı olan bir siyah bulmak pek mümkün değildi. Eski köleler artık ücretli işçiler olmuştu. Bununla birlikte siyah nüfusun artması sonucu, siyahlar tarım dışında başka işlere de yönelmeye başladı. Fabrikalarda, gemilerde, inşaatlarda çalışan siyahlar ortaya çıktı. Bu koşullar içinde siyahların, daha iyi koşulların arayışı içinde bir çiftlikten başka bir çiftliğe, bir işten başka bir işe, bazen uzun, bazen kısa mesafeli sürekli yolculukları da başlamış oldu. Bu yer değiştirmeler daha sonra gerçekleşecek ve kuzeye doğru geri dönüşü olmayan büyük göçün de habercisiydi. Bu yeni düzenle birlikte şehirlerin arka sokaklarında gettolar oluştu. Siyahlar da artık kent hayatının bir parçasıydı ve bu yeni, yarı kentli siyah topluluk, sosyal hayat içindeki yerini aldı. Honky tonk meyhanelerde, kumarhanelerde, oyun salonlarında ve randevuevlerinde çeşitli ülkelerden gelen göçmenlerin de etkisiyle çok çeşitli kültürlerin birbirini etkilediği bir ortam oluştu. Özellikle New Orleans birçok müzik türünün karıştırılıp yeni türlerin ortaya çıktığı bir merkez halini aldı. Böyle bir ortamda, 1890’lı yılların sonlarına doğru, piyanonun ana unsur olduğu ve çoğu zaman tek başına kullanıldığı, cazın ilk habercisi olan müzik türü ragtime ortaya çıktı (Bu konu tartışmalıdır. Bu türün tamamıyla cazdan farklı olduğunu öne süren görüşler de vardır). Hala çiftliklerde yaşayanlar için ozan geleneği devam ediyordu.Banjo, keman veya mandolin (bu enstrümanların yerini 20. yüzyılın başlarından itibaren ucuz ve hafif gitar alacaktı) çalan gezgin müzisyenler şehir şehir, kasaba kasaba dolaşıyordu. Bu gezgin müzisyenler, İskoç ve İrlanda gibi Avrupa müzikleri de dahil her türlü baladı kendi tarzlarında çalıp söylüyordu. Savaş sonrasında özgürleşen siyahların beyazlarla ”eşit olma” hali pek uzun sürmedi. 1877 yılında son Kuzey birliklerinin Güney’den çekilmesiyle, siyahlar Güneylilerin insafına bırakıldı. Güneyliler için, eskiden alıp sattıkları bir mal olarak gördükleri siyahlarla eşit olmayı kabullendikleri kesinlikle söylenemezdi. Ayrılıkçı Güneyliler, siyahların özgürlüklerini kazanmasından 1 yıl sonra 1866’da ”Ku Klux Klan” adlı ırkçı ve şiddet yanlısı bir dernek kurdular. Bu dernek korkutma, tehdit, linç gibi yöntemlerle siyahları yıldırmaya çalışıyordu. Bu dernek, 1871’de kapatılmasına karşın siyasi alanda etkisini sürdürdü. 1890’ların sonuna doğru güney eyaletlerinin çoğu anayasayı değiştirmeden, çeşitli yasal formüllerle siyahlara verilen bütün hakları geri aldı. Bu ayrımcılık yasaları siyahlar için ”eşit ama ayrı” olduklarını sürekli hatırlatan ”Jim Crow Kanunları” idi. Okullarda, toplu taşıma araçlarında, tiyatrolarda, kiliselerde, hastanelerde ve hatta mezarlıklarda yani gündelik hayatın tüm alanlarında, beyazlar ve siyahlar arasındaki ayrımı daha da derinleştirdi.
Bunların dışında bir de ”chain gang(birbirlerine zincirlenmiş mahkumlar)” gerçeği vardı. Güneyin yeniden kalkınması için yapılan projelerde, hapishane mahkumları ucuz işgücü kaynağı olarak düşünüldü. Sebepsiz yere ve anlamsız gerekçelerle birçok siyah tutuklandı. Özgürlüklerini kazanmalarının üstünden 30 yıl geçmeden, şantiyelerde, atölyelerde, tarlalarda birbirine zincirlerle bağlanmış, silahlı efendilerinin gözetimindeki siyah işçilerin çekiç sesleri eşliğindeki haykırışları duyulur oldu (Bu uygulama 1955 yılına kadar devam etti). Siyahlara ait bütün bu unsurlar biraraya gelerek 20. yüzyılın başlarında blues’u ortaya çıkardı. Frankie and Johnny, House of the Rising Sun ve Stagger Lee gibi blues baladları çok popüler hale geldi. Blues artık kendi kimliğini bulmuştu. 1920 yılıyla birlikte de ilk blues plağı ”Crazy Blues” piyasaya çıktı. Plak büyük ilgi gördü ve bir ay içinde 75000 kopya sattı. Şarkıyı söyleyen Mamie Smith bir plak yıldızı oldu. Plak şirketleri de bu yeni pazarı keşfetti ve ”race records(ırk plakları)” adı verilen, siyahlara yönelik plak üretimi başladı. Bu plakların neredeyse tamamı kadın şarkıcılar tarafından seslendirildi. Caz orkestralarının eşlik ettiği kadınların bu klasik tarzı, çok yapmacık bulundu ve kabare müziğine benzetildi. Kırsal kesimin kaba ve işlenmemiş blues’u karşısında, 1920’lerin sonlarına doğru, Bessie Smith ve Ma Rainey gibi çok iyilerin dışında birçoğu silinip gitti.
Güney eyaletlerinde yaşayan siyahlar, uzun yıllardır parça parça da olsa kırsal kesimden ayrılarak şehirlere yerleşiyordu. Fakat Güney’in az gelişmişliği ve ayrımcılığı karşısında Kuzey’in sanayi şehirleri, siyahlar için özgürlük ve zenginliğe kavuşacakları bir cennet olarak görülüyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle Kuzey’de başlayan işgücü sıkıntısı siyahların ” Great Migration (Büyük Göç)”ünü başlatmış oldu(1915-1920). 20. yüzyılın başından itibaren gerçekleşen büyük ve küçük çaplı bu göç hareketleri bölgeler arası etkileşimi de arttırdı. Bu sayede Delta, Chicago, Texas gibi çeşitli bölgelere özgü blues stilleri ortaya çıktı. Blues günümüzde bölgesel sınırları çoktan aşmış ve dünya çapında kabul görmüştür. Afrika’dan zorla koparılıp köle yapılan siyahların haykırışları, 20. yüzyılda ortaya çıkan neredeyse bütün müzik türlerine yön veren bir müzik türü olmuştur.
Kaynaklar:
Blues – Gerard Herzhaft (Dost Kitabevi yayınları)
Blues Tarihi – Giles Oakley (Ayrıntı yayınları)
İşkencenin Tarihi – George Ryley Scott (Dost Kitabevi yayınları)
Emre KOZAN ® sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.