CSI: Crime Scene Investigation gayet popüler, birçok spin-off’u çekilen polisiye bir dizi. Ülkemizde de yayınlandı TRT ve Cnbc-e kanallarında. Polisiye çok tutulan bir janr. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde, suç oranının yüksek olması nedeniyle, suçla suçluyla savaşın konu olduğu hikayeler çok tutuyor. Cold Case, Without a Trace, Law & Order ve daha onlarca popüler polisiye dizide, adli tıbbın en gelişmiş imkanları kullanılarak, minicik bir delilden yola çıkılarak devasa suç kartelleri çökertiliyor, müthiş zeki suçlular yakalanıyor. Ancak son yıllarda ABD’de, bu dizilerin ve benzer filmlerin beklenmeyen bir etkisi oldu. Türkçe’de Adli Tıp dediğimiz, bazen forensik bilimi olarak çevrilen kavram, aslında tıptan daha geniş bir anlam içerir. Forensik bilim, işlenen bir suçla bağlantılı herşey hakkında bizlere bilimsel bilgi sunar. CSI tarzı diziler de, doğaları gereği forensik bilimi kullanırlar. Ancak bu kurgusal senaryolarda forensik bilimin kullanılışı genelde abartılmaktadır. Hafiften bilimkurguya kaçan senaryolar, dizi izleyicilerinin forensik bilimden beklentilerini imkansız düzeye yükseltmekte.
Jüri Üyelerinde CSI Etkisi

CSI Etkisi dediğimiz sorun da tam bu noktada ortaya çıkıyor.
ABD’de son yıllarda mahkemelerde, gerek jüri üyeleri, gerek suç kurbanları, olay yeri inceleme ekiplerinden ve DNA analizi gibi laboratuvar çalışmalarından, gerçek hayatta karşılanması imkansız ya da mantıksız taleplerde bulunmaya başladılar. Aslında dizilerde gösterilen hemen hemen tüm forensik uygulamalar, adli tıp ve kriminoloji laboratuvarlarında mevcut, ancak dizideki kadar hızlı sonuçlara ulaşmak mümkün değil. Testler uzun zaman alıyor. Ayrıca dizideki kesinlikte sonuçlara ulaşmak da mümkün olmuyor her zaman. Test ve incelemeler, genelde bir fikir edinmeye yardımcı olabilecek sonuçlar veriyor, kesin hükümler değil. Bunların yanında, dizilerden etkilenen jüri üyeleri, olur olmaz yerlerde DNA analizi ve bilimsel kanıt talep etmeye başladılar. Alakasız davalarda DNA testi taleplerinin giderek artması sonucu, jüri üyesi seçmelerinde adaylara CSI türü dizileri takip edip etmedikleri sorulmaya başlandı. Jürilerde CSI etkisine birkaç örnek verelim:
Phoenix’te bir cinayet davasında, jüri üyeleri, kanıt olarak getirilen kan lekeli bir ceketin DNA analizine tabi tutulmadığını farkettiler ve hemen yargıçtan analiz talep ettiler. Ancak analize gerek yoktu çünkü davalı olay yerinde olduğunu zaten itiraf etmişti. Yargıç, TV dizilerinin jürilere DNA testini öğrettiği, ama ne zaman gerektiğini öğretemediğine hükmetti.
Arizona, Illinois and Kaliforniya eyaletlerinde, savcılar, “negatif delil tanıkları” kullanarak, jürileri gerçek hayatta olay yerinde DNA örneği, parmak izi ya da başka deliller bulunamamasının normal olduğuna ikna etmeye çalışmaya başladılar.
Washington’da federal araştırmacılar, jürilerin bilimsel delilleri nasıl ele aldığını araştırmak için, onlarca yapay dava simüle ettiler. Bir noktada, gayet karmaşık bir DNA delili karşısında bocalayan bir jüri, “CSI’da” böyle problemlerin hiç yaşanmadığından yakındı.
Robert Blake’in cinayet davasında, savcı Shellie Samuels, Blake aleyhinde tanıklık yapan 70’ten fazla şahit getirdiği halde, jürilere kan örneğinden DNA analizi, balistik raporu gibi fiziksel kanıt gösteremediği için sanık beraat etti.
CSI etkisinin jüri üzerindeki asıl olumsuz tesiri, jürileri delil yetersizliğinden sanığı suçsuz bulmaya yatkın hale getirmesi. Jüri üyeleri, CSI’daki gibi bir ton analiz ve test yapılamadığı için, sanık için kolayca suçludur diyemiyorlar. Bu durum da birçok gerçek suçlunun salıverilmesine neden oluyor.
Bu yanılgıların bazı sebeplerini şöyle açıklayabiliriz.
Mesela dizide parmak izlerini bilgisayar, veritabanındaki izlerle karşılaştırıp otomatik eşleştiriyor. Halbuki gerçekte, uzmanların parmak izi üzerinde detaylı bir çalışma yapması gerekiyor.
Ya da dizide DNA analizi gün içerisinde tamamlanıyor, dedektifimiz öğle üzeri verdiği delillerden akşam mesai bitimine doğru labratuvar sonuçlarını alıyor. Gerçekte bir analiz en az 1 hafta sürüyor.

Suçlularda CSI Sendromu
Polisiye dizilerin, suçlu davranışına etkisi de gözlemlenir oldu son yıllarda. Suçluların, olay yerinde delil oluşturabilecek elemanları yakmasında ya da DNA analizini engellemek için çamaşır suyu gibi kimyasallar kullanmasında, suç mahallini delil kalmayacak şekilde (saç teli, kumaş parçası vs.) titizlikle temizlemesinde artış görülmekte.
Ohio’daki bir olayda, CSI takipçisi bir cinayet zanlısı, bir anne ve kızını öldürdükten sonra elinin kanını çamaşır suyuyla yıkamış, arabasının içini, kan bulaşmasın diye battaniyeyle kaplayıp cesetleri taşımış, daha sonra onları kendi kıyafetleri, sigara izmaritleriyle beraber yakmış, cinayet silahı olan levyeyi gizlemek için yakındaki bir göle atmış, ancak gölün yüzeyi buz tutmuş olduğundan sonradan yetkililer kanıtlara kolayca ulaşabilmiş.
Türkiye’de CSI Etkisi

Bu kısım herhangi bir araştırmaya dayanmıyor, şahsi kanaatim. Bence Türkiye’de CSI etkisine rastlamak zor. Jürili, “itiraz ediyorum sayın yargıç”lı bir hukuk sistemimiz olmadığından, halihazırda olay yeri inceleme, adli tıp vs. kurumlara duyulan güvenin ABD’deki kadar abartı olmamasından, basında tonlarca delil yeralmasına rağmen faili meçhul kalan cinayetlerin bolluğundan, halkın bu durumu kanıksamışlığından ve daha birçok nedenden dolayı, bize gelmez bu durum. Olsa olsa, bu dizilerin etkisinde kalan savcı ve hakimler, forensik inceleme taleplerini arttırabilir. Bir de paranoyak suçlularımız suç işlerken daha titiz davranabilir.
Yerli CSI, TRT yapımı M.A.T., belki bir miktar etkili olabilir, henüz seyretmediğim için yorum yapamayacağım. Ama tahminimce adli vakalardan çok karakterler arası romantik ilişkilere yoğunlaşacaklarından, bu şekil bir etkisi olmayacaktır, zaten fazla izleyici kitlesi de yok zannımca.


Emre KOZAN ® sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir Cevap Yazın