Hep giderim ben o kahveye, hangisi mi, Herodot’un kahvesi canım. Bodrum’lu bir arkadaş kahvenin sahibi. Bizim barınaktaki arkadaşlar hep oraya takılır. Bostanlı’da Balıkçı Parkı’nın karşısındaki pasajda olan. Tarih Pasajı mı, tarihi pasaj mı öyle bir şey adı. Tam çıkaramadım şimdi. Neyse o gün denizden dönünce bizim emektar
tekneyi bağladım, kahveye doğru bir uzanayım dedim. Uzanmaz olaydım. Meğer ki, güncel bir olay tartışılıyormuş hararetli bir şekilde. Malum seçimler falan yakın. Herkesi almış bir heyecan. Altı oka basıcam, ben ata veririm, falan fişmekan. Hepsi de hergün gazete okuyan çocuklar. Kafaları da çalışır. Benim gibi ilkokuldan terk balıkçıdan fazla bir bildikleri vardır diye dinliyorum bende. Bir baktım boş lakırdı hepsi. Urla’lı Hasan diyor ki, altı ok tarihe karıştı, milliyetçilik mesela; milliyetçilikten çatışma ve ayrımcılık doğar. Benim gibi Arnavutları bozar bu iş ona göre. Bırakın bu ulusalcı ayaklarını, ben Türk değilim, Arnavut’um. Zaten siz Türkler, bizim memleketleri hep işgal ettiniz yıllarca, sömürdünüz, ezdiniz deyince ben de dayanamadım. E dedim siz de birlik olsaydınız, sokmasaydınız Osmanlı’yı memleketinize, bak Kemal Paşa nasıl döktü Kemal’in askerleri
Yunan’ı denize. Millet olmayı başaramazsanız Osmanlı da alır, Tavşanlı da diye de salladım. Başladı bana veryansın, vay faşist, vay ırkçı, Yunan düşmanı. Sen Yunanlı ile bizi düşman mı etmek istiyorsun, bırak bu kafayı artık, Avrupa Birliği’ne girince zaten kardeş olacağız. İki satır kitap okusaydın, ilkokulu bitirseydin bre cahil. O an benim aklıma bizim kahvenin sahibi Herodot’un anlattığı bir mesel geldi. Dedim bunlar Herodot’u bile can kulağı ile dinlememişler, bir de bana cahil, Yunan düşmanı diyorlar. Baktım olamayacak. Sezar’ın hakkını Sezar’a, Baskın Oran’ın hakkını Baskın Oran’a vermek lazım, eve geldim, aldım elime kalemi. Macera filmi sevenleriniz gitmiştir. 300 diye bir film oynadı sinemalarda. Pers kralı Zerkes’in Yunanistan üstüne yürüyen devasa ordusunu durdurmak için Peleponez Ovası’nın dar kapısını tutmaya çalışırken ölen Sparta Kralı Leonidas ve 300 kahraman Sparta’lının konu olduğu Termofil Savaşı’nı anlatıyordu film. Günümüzden tam 2487 yıl önce ve bir ay sonra, 11 Ağustos’ta ülkesinin ve ulusunun özgürlüğü için, bile bile ölüme giden bu kahramanlar, doğunun kölelik düzenine karşı yasayla sağladıkları demokrasi için savaştılar. Hatta filmde Kral Leonidas, Spartalılar bu akşam yemeği cehennemde yiyeceksiniz diyor tuzağa düştüğünü anlayınca. Bugün bu geçitte, Sparta savaşçı yasasına göre, savaş meydanından kaçması ve teslim olması yasak olan Spartalı kahramanlar için bir anıt var. Termofil Anıtı
Üstünde de şöyle yazıyor: Buradan geçen yolcu, Spartalılara selam götür. Burada onların yasalarına sadık olan bizler yatıyoruz. Benim gibi kahramanlık hikayeleri dinleyince, kendisini o sahnenin içinde bulan birinin gözlerini yaşartmaya yeter.
Peki gerçekten Spartalılar ve Atinalılar, Zerkes’in Yunanistan Seferine karşı bir ulus bilinciyle bağımsızlık uğruna mı savaştılar? Yoksa bunlar deli saçması mı? Çünkü biz biliyoruz ki, bu milliyetçilik terimi Fransız Devrimi’nden sonra ortaya çıkmış bir kavram. Tüm dünyaya da o zaman yayılmış. Nasıl olur da bundan 2269 yıl önce, üstelik de aralarında bir birlik kuramayıp sürekli savaşan Yunan sitelerinin vatandaşları, böyle bir ideal uğruna ölümü göze alır. Bu durumu inandırıcı bulmayanlarla zaten benim işim. İşte bütün bu işin sırrını da, Herodot’un kahvesinde takılarak değil, Herodot’un Tarih’ini okuyarak çözebiliriz. Herodot Büstü
Halikarnas’lı Herodot, kendisi tahmini olarak İ.Ö. 490-425 yılları arasında yaşamış, gezilerinden derlediği kitabına Araştırmalar adını vermiş. İyonyalı olmasına rağmen, pek çok kez Akhaların ülkesi Atina’ya gitmiş ve hayranlığını da gizleme ihtiyacı duymamıştır. Şimdi gelelim, bilerek Yunanlılar’ın Osmanlı işgalinde ulus olmadıkları itirazıma, beni cahillikle suçlayanlara cevabı, Herodot versin. Yunanlılar, 2500 yıl önce uluslarmış, işgalciye karşı bağımsızlık savaşı vermişler.
Sözü fazla uzattım. Buyurun alıntıları okuyun:

Altıncı Kitap : Erato
Bölüm 112 Plataia Savaşı
Saflar kurulup, kesilen kurbanlardan iyi belirtiler alınınca, Atinalılar atıldılar ve hemen barbalara karşı koşmaya başladılar. İki ordunun arası sekiz stadyondan az değildi. Düşmanın koşarak geldiğini gören Persler davrandılar. Atinalıları ölümlerine susamış deliler gibi görüyorlardı, sayıları azdı, koşarak geliyorlardı, saldırılarını örtecek atlıları ve okçuları da yoktu. Barbarlar böyle düşünüyorlardı. Ama göğüs göğüse geldikleri zaman, Atinalılar yüreği pek insanlar gibi dövüştüler. Bildiğimiz kadarıyla, Yunanlılar arasında, ilk olarak onlar düşmana koşarak saldırıyor, Med donatımları ve bu donatımla donatılmış Med askerleri karşısına ilk olarak onlar göze almış oluyorlardı; o güne kadar Yunanlılar arasında tek bir Med sözü bile korku yaratırdı.

Yedinci Kitap : Polymnia
Bölüm 102-104 Kserkes-Demaratos Konuşması
Yunanistan yoksullukla süt kardeştir: akıllı ve güçlü öğreniminin ürünü olan Erdem, ona zorla kabul ettirilmiş bir konuktur; kendisine onur sağlayan bu Erdem sayesindedir ki;yoksulluğa karşı kendini savunabilmektedir; tyranlığa karşı da kendini böyle korur. Bu uzak Dor topraklarında yerleşmiş olan bütün Yunanlıları selamlıyorum, ama konuşmam bunların tümü için değildir; Lakedaimon’lular için konuşuyorum; önce şunu haber vereyim ki, senin Yunanistan’ı köle haline getirecek olan yasalarını asla kabul etmeyeceklerdir; bir de şunu söyleyeyim; hatta bütün Yunanistan senden yana çıksa, onlar gene de sana karşı savaşacaklardır. Sayıları mı? Böyle durumlarda onlar sayıyı düşünmezler, bin kişi kalsalar da gene savaşa girerler, daha çok da olsalar, daha az da olsalar aynı şekilde savaşırlar.

Özgürdürler, evet ama her noktada değil; onların da bir efendisi vardır, o da yasadır, senin adamların senden ne kadar çekinirlerse onlar da yasadan öyle çekinirler. Çekinmek olmasa bile yasanın buyruğuna körü körüne boyun eğerler. Ve bu buyruk hiç değişmez: düşman sayısı ne olursa olsun savaş meydanından kaçmamak, yeninceye yada ölünceye kadar saftan çıkmamak.

Bölüm 135
Hydarnes, bize verdiğin öğüt bir noktada aksıyor; sen ki bize öğüt veriyorsun, iki durumdan yalnız birini biliyorsun, öbüründen haberin yok; kölelik nedir, bunu biliyorsun, ama özgürlüğün ne olduğunu, tatlı mıdır, acı mıdır, hiç tatmadın, bilemezsin. Eğer bir gün tadarsan onu, mızrakla değil, baltayla savunmamızı öğütlersin bize. Hydarnes’s böyle karşılık verdiler.


Emre KOZAN ® sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir Cevap Yazın