Ancak Osman Hamdi Bey, sadece Türk resim sanatı açısından değil aynı zamanda Türk müzeciliği açısından çok önemli ve değerlidir. Kendisi ilk Türk müzecisidir ve Gülhane’de bulunan, ilk Türk müzesi olan “Arkeoloji Müzesi”ni kurmuştur. Bu bilgiyi üzülerek söylüyorum ki ben de biraz geç edindim, kimin kurduğundan habersizce gittiğim İstanbul Arkeoloji Müzesi gezisinde Osman Hamdi Bey’in büstü ve müzenin kuruluş ve kazı çalışmalarını sırasında çekilen fotoğraflardan oluşan panolar sayesinde öğrendim. Babası İbrahim Edhem Bey, Osmanlı Devleti’nde Avrupa’ya eğitim için gönderilen ilk dört gençten biridir. Bunun Osman Hamdi Bey’i hem Osmanlı kültürüne göre hem de batı terbiyesinde yetiştirilmesinde etkili olduğu düşünülüyor. Osman Hamdi Bey, bulunduğu toplumun kültüründen, o dönemin yaşam şartlarından pek uzaklaşmadan, özünü reddetmeden batı kültürünü başarılı bir şekilde hayatına yansıtabilmiş biridir.
Türk müzeciliğinin kurusucu kabul edilen ressam, aynı zamanda Sanayi-i Nefise Mektebi’nin (bugünkü adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin) kurucusudur. 1856 yılında Maarif-i Adliye’yede öğrenim görmeye başlayan Osman Hamdi, 1960’ta (bazı kaynaklara göre 1857, ancak kaynakların birçoğu 1960 olarak belirtiyor) babası tarafından Paris’e hukuk eğitimi görmek üzere gönderilir. Sadrazam İbrahim Edhem Paşa, çocuklarının da kendisi gibi Avrupa’da eğitim görmesini istemektedir. Ancak Osman Hamdi hukuk eğitimi ve resim eğitimini bir arada yürütmeye karar verir. Daha sonra ise hukuk yerine resim ve arkeoloji eğitimi görmeyi tercih eder ve o dönemin ünlü ressamları Jean-Léon Gérôme ve Gustave Boulanger’in atölyelerinde çıraklık yapar. Jean-Léon Gérôme gibi dönemin ünlü oryantalist ressamlarından birinden ders alması onu da oryantalizmin kucağına iter. Eğitim aldığı sırada Paris Resim Sergisi’nde görev alır ve bu arada tanıştığı Marie isimli bir kızla evlenir. Ancak bu evliliği uzun sürmez, Türkiye’ye döndükten 4-5 sonra ayrılırlar. Bu evlilikten Fatma ve Hayriye isimli iki kızı olmuştur. Osman Hamdi Bey’in 9 yıllık eğitimden sonra kendi isteğiyle mi yoksa ailesinin ricası üzerine mi döndüğü tam olarak bilinememekle beraber yapmış olduklarını göz önüne alarak kendi isteğiyle dönmüş olabileceğini söyleyebiliriz, çünkü bu topraklar için gerçekten değerli işler yapmayı başarmıştır kendisi. Takvimler 1869’u gösterdiğinde Osman Hamdi Bey, eğitimini tamamlayıp yurduna döner ve Bağdat Yabancı İşler Müdürlüğü’ne atanır. Bağdat’ta çeşitli görüntülerin yer aldığı tablolarını bu dönemde yapmıştır. Bağdat’ta bulunduğu süre içerisinde bölgenin tarihi ve arkeolojisiyle ilgilenir ve ilk arkeolojik çalışmalarını burda yapar, bazı tarihi eserleri İstanbul’a gönderir. 1871’de İstanbul’a geri dönünce 1881 yılına kadar sarayda çalışır, buradaki görevi yabancı büyükelçilerin protokol işlerini idare etmektir. 1873 yılında düzenlenen Viyana Sergisi’ne birinci komiser olarak katılır ve burada yine bir Fransız kızla; Marie’yle tanışır. Kendisi Osman Hamdi Bey’in ikinci eşi olacaktır. Viyana Sergisi dönüşünde Osman Hamdi bey artık ilk eşi olan Marie’den ayrılmıştır. İkinci eşi olan Marie, henüz 16 yaşındadır ve daha sonra Naile ismini alacaktır. Bu evlilikten çiftin Melek, Leyla, Edhem ve Nazlı isimli çocukları olur. 1869 yılında kurulmuş olan İmparatorluk Müzesi’ne (Müze-i Humayun’a) atanması, Müze-i Humayun müdürü Dethier’in ölümünden sonra gerçekleşir. Bu sırada tarihler 1881’i göstermektedir. Osman Hamdi Bey’in müzeye müdür olarak atanmasında Ceride-i Havadis ve Ruzaname-i Ceride-i Havadis adlı özel gazetelerde yayınlanan tarihi eserlerin korunması hakkında yazmış olduğu yazıların katkısı olur.
İşte Osman Hamdi Bey’in Türk müzeciliği için yaptıkları bu tarihten başlar ve kendisi en çok 1881’den sonra yaptıklarıyla adını tarihe yazdırır.
Daha önce yabancılar tarafından başlanmış ve yarım bırakılmış kazı çalışmalarını devralır ve kaldığı yerden devam eder. Böylece ilk Türk bilimsel kazı çalışmalarına başlamış olur.
Osman Hamdi Bey’in Türk müzeciliğine ve arkeolojiye katkıları bu kadarla sınırlı değildir; yapılan arkeolojik kazıları tek elden kontrol eden disiplinleri oluşturmuştur. Osman Hamdi Bey, tarihi eserlerin yurt dışına rahat bir şekilde çıkıyor olmasının kendisine verdiği rahatsızlıktan ötürü tüzük hazırlama çalışmalarına başlar. 1883 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’ni kurar ve müdürlüğünü üstlenir. Aynı yıl hazırlamış olduğu Asar-ı Atîka Nizamnâmesi’ni tamamlar ve kanun uygulamaya girer. 1840’ta Osmanlı’nın yabancılara kazı izni vererek kendi eliyle eser yağmacılığına izin verilmesine ancak bu kanunla dur denebilmiştir. Bu kanun haricinde o zamana kadar yabancıların kazılar yapmasına izin verilip ortaya çıkarılan eserlerin yurt dışına götürmelerine engel olunmasını sağlayacak hiç bir kanun yoktur. 37 maddeden oluşan bu kanunla tarihi eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklar. Ayrıca eserlere zarar verenleri tazminat cezasına çarptırmak için de maddeler bulunmaktadır. Osman Hamdi Bey’in yarım bıraktığı hukuk eğitiminin yararları burada görülür. Nemrut Dağı, Sayda ve Lagina’da çeşitli kazılar gerçekleştirir ve yaptığı kazılarla ilk Türk arkeologu unvanını alır. Kendisi bu kazılarla ilgilenirken yakınlarını da başka kazılara yönlendirir. Aydın Tralles’te yaptırmış olduğu kazılardan mermer heykeller, Artemis’e atfedilmiş tapınağın frizleri ve birçok eser ortaya çıkarılır. Sayda kazı çalışmaları sırasında İskender Lahiti’ni gün ışığına çıkarmayı başarır. Açıkçası İskender Lahiti çok etkileyici… Kesinlikle müzede görülmesi gereken tarihi eserlerden biri. Osman Hamdi Bey, artan eserlere bir binanın sağlanması ve bu binada tarihi eserlerin korunması için uygun koşulların sağlanması konusuna da el atar. Aya İrini’den sonra Çinili Köşk’e yerleştirilen eserler üst üste depolanmaktadır. Müzeciliğin yanı sıra, eser depolamak, onları korumak ve kaydetmek konusunda da bilgili olan Osman Hamdi bu konudaki çalışmalarına başlar. Bulunan eserlerin uygun koşullarda sergilenmesi, gerçek anlamda İmparatorluk Müzesi binasının yapılması için dönemin yöneticilerini ikna eder ve müze olarak inşa edilen ilk Türk binasının çalışmaları başlamış olur. Bina Alexandre Vallaury’ye yaptırılır, müze için gerekli olan fotoğrafhaneyi, kütüphaneyi ve modelhaneyi tamamlatır. Temelleri 1881’de Muze-i Humayun olarak atılan yapı, 1891 yılında İstanbul “>Arkeoloji Müzesi tam anlamıyla hizmete açılır. Arkeoloji alanında başarılı çalışmaları ile adını iyiden iyiye dünyaya duyurur Osman Hamdi Bey. Fransız, Alman, İspanyol, Yunan müzeleri tarafından başarısı madalya ve nişanlarla kutlanır.
Bir yandan kazı çalışmaları bir yandan müzeyi geliştirme çalışmaları devam eden Osman Hamdi Bey’i en çok resim yapmak mutlu eder ve resim yapmayı hiç bırakmaz. 1910 yılında İstanbul’da vefat eden Osman Hamdi Bey’in ölümü yurtta ve dünyada buyük yankı uyandırır ve üzüntü yaratır. Cenazesi oldukça fazla katılımın olduğu bir törenle uğurlanır. Aslında o zamanın koşulları düşünüldüğünde Osman Hamdi Bey’in ne kadar ciddi işler başarmış olduğunu anlayabiliriz. Tarihi eserlere olan bakışı “nasıl olsa bizde bu taşlardan çok var” anlayışından kurtarıp müzeciliği başlatmasının yanı sıra yazdığı yazılardan tutun da müze olarak yeni bir binanın yapımı aşamasında olan emekleri göz ardı edilemez.
Şu an hala sergilenmekte olan İskender Lahiti, çivi yazısıyla yazılan ilk aşk şiiri, ilk evlilik sözleşmesi, ilk borç sözleşmesi gibi tabletlerin yanı sıra Kadeş Anlaşması gibi birçok döneme ait tarihi eser bulunmaktadır. Tablolarına milyon dolarlar paha biçilen Osman Hamdi Bey’in evini ipotek etttirerek ve maaşına karşılık kredi talebinin Osmanlı Bankası arşivlerinde bulunması şahsım adına üzücü oldu.
Arkeoloji müzesi için naçizane eleştirim ise şu: Müze yetkilileri ışıklandırma ve bilgilendirme konusunda daha hassas davranmalılar; ışıklandırmanın yetersiz olmasından dolayı az da olsa birkaç eserin yeterince gözlemlenemediğini düşünüyorum. Ayrıca böyle bir tarihi birikimi bünyesinde bulunduran müzenin çok daha geniş bilgilendirme imkanı sunmasından yanayım.
Osman Hamdi Bey, İskender Lahiti ve daha pek çok eserin günümüze kadar yaşatılabilmesi, saklanabilmesi için aracılık etti, umarım biz de bunu sonraki nesillere akatarabiliriz. Eminim Osman Hamdi Bey de bunu isterdi.
Emre KOZAN ® sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.