Yeryüzünde Bir Cennet Bahçesi – Tac Mahal Şahcihan’ın hayattaki en büyük arzusu Orta Asya ve Hindistan halklarını Sünni Müslümanlığıyla kaynaştırmak ve kudretli bir imparatorluk kurmaktı. Dedesi Akbar ve babası Cihangir’den öğrendiği gibi bu imparatorlukta tarihin gördüğü ve göreceği en muazzam binalar olmalıydı. Çünkü ona göre birer mimari şaheser niteliğindeki binalar, gücün, egemenliğin ve sonsuzluğun simgesiydi. Şahcihan en nihayetinde amacına ulaştı. Öylesine eşsiz bir yapı diktirdi ki aradan geçen üç yüz elli yıl boyunca bu bina nice şair, müzisyen, romancı, mimar ve ressama ilham kaynağı oldu. Tarihin en güzel yapılarından bir sayıldı. Güney Hindistan’da bir isyanın çıkmasıyla birlikte 1631 yılında Şahcihan ve ordusu ayaklanmayı bastırmak için harekete geçti. Yanında çok sevdiği ve birkaç ay boyunca ayrı kalmaya gönlünün elvermediği eşi Mümtaz Mahal de bulunuyordu. Mümtaz Mahal, sefere çıkılmadan önce, on dördüncü çocuğunu doğurmak üzereydi. Ancak ölüm onu doğumda yakaladı. Mümtaz Mahal’in ölümünden bir yıl sonra (1632), eşinin son arzusunu yerine getirmek ve acısını bir nebze de olsa dindirmek adına Şahcihan, muhteşem bir anıtmezarın yapılmasına karar verdi. Öylesine bir anıtmezar olacaktı ki bu; güzel karısına olan aşkı yüzyıllar boyunca hatırlanacaktı. Uzak diyarlardaki tüm prensesler böylesine bir aşkın hasretiyle yanıp tutuşacak ve Mümtaz Mahal’i kıskanacaklardı. Tac Mahal’in yapımı yaklaşık yirmi yıl sürdü (1632-1652). Bunun için Bağdat’tan, İstanbul’dan, Kahire’den ve Asya’nın dört bir yanından en iyi mimarlar getirildi. İstanbul’dan gelen mimarların arasında Mimar Sinan’ın iki öğrencisi İsa ve İsmail Efendi de bulunuyordu. Bu iki usta Tac Mahal’in en önemli kısımlarının yapılmasında görev aldılar. Baş mimar, Babür İmparatorluğu’nun o dönemki en büyük mimarı üstad Ahmed Lahori’ydi. Yapımında kullanılan mermer mutlaka beyaz olmalıydı. Aslında o dönemin geleneksel mimarisinde sarı rengi kullanılıyordu. Ancak Şahcihan, karısına olan tutkusunu en iyi beyazın anlatabileceğini düşünüp beyaz mermer kullandırdı. Asya’nın en kaliteli mermerlerini ve taşlarını getirtti. Tac Mahal’in yeri de Şahcihan’ın uzunca üzerinde düşündüğü bir konuydu. Acaba bu eşsiz yapı nerede inşa edilmeliydi? Elbette ki Agra şehrinin en güzel ve görünür yerinde olmalıydı. Bunun için Yamuna nehrinin güneyinde ve Şahcihan’ın sarayından kolayca görünebilecek bir yer seçildi. Şahcihan gün batımında Tac Mahal’in silüetinin Yamuna nehrine aksetmesini istiyordu. Şahcihan için Tac Mahal Ganj nehri kadar kutsal olduğundan onun, Ganj nehrinin en büyük kolu olan Yamuna’da dikilmesini istiyordu. Tac Mahal’in yapımı o denli meşakkatliydi ki yirmi yılda yaklaşık yirmi bin işçi, onlarca mimar ve alim çalışıp ancak bitirebildi. Havuzların ve minarelerin yapımı ise son derece özenle planlandı. Her şeyin simetrik olmasına çok dikkat edildi.

Tac Mahal’in o günkü maliyeti tam 50 lakhs idi. Ki bu maliyet bugünkü parayla yaklaşık bir trilyon dolar etmektedir. Harcanan böylesine büyük bir para, Tac Mahal’in bitiminin ardından Babür Devleti’nin de sonunu hazırladı. İnsanlık tarihinin aşk adına dikilmiş en muazzam binası, Babür ekonomisini alt üst etmişti. Seferler durmuş, Şahcihan’ın en büyük arzusu olan cihanşümul bir Türk-İslam imparatorluğu kurma hedefi, umutsuz bir hayale dönüşmüştü. Sanat tarihçileri Tac Mahal’in çok kültürlü mimarisine dikkat çekerler. Kubbesi, minaresi, avlusunda bulunan camisi, kubbesinin duvarlarına hattatlarca özenle yazılmış Yasin suresiyle ilk bakışta tam bir İslam eseri gibi görünür. Halbuki işin gerçeği Tac Mahal’in – tipik bir İslam mimarisinden öte- İslam öncesi Hint ve Pers uygarlıklarından, Orta Asya Türk kültüründen izler taşımaktadır. Hatta yer yer Avrupai motiflerin duvarları süslediğine şahit olursunuz. Tac Mahal’in mimarisinin, özellikle İslam öncesi Hindu tapınaklarının mimarisine olan benzerliği dikkat çekicidir. Tac Mahal’in, Mümtaz Mahal için yapılmadığı ve bunun sadece görünürdeki sebep olduğunu iddia eden bazı görüşler de vardır… Bu görüşe göre Tac Mahal’in yapılmasının amacı, Allah’ın tahtını simgelemek ve Kuran’da tasvir edildiği şekliyle bir cennet bahçesi yaratmadır. Bu şu anlama gelebilir: Tac Mahal’e sahip olan hükümdar sonsuza dek sürecek ve tüm dünyaya hakim olacak bir imparatorluğun sahibidir. Zaten benzer bir imparatorluk fikri Osmanlı İmparatorluğu’nda da vardı (Devlet-i Ebed Müdded). Osmanlılar da bu kavramı Romalılardan almıştı (Civitas Eterna). Şahcihan, bazı kaynaklara göre Hinduizmi ve Sünni Müslümanlığını kaynaştıran başka bir dine mensuptu. Bu dinin adı da yine o kaynaklara göre “İlahi dindi”. Bu söylentilerin çıkmasındaki sebep dedesi Akbar’ın Hintlileri aşağılamadığını ispat etmek için Hintli bir kadınla evlenmesi olabilir. Yine Şahcihan’ın dinlere olan büyük merakı ve ülkenin dört bir yanından gelen, bir çok farklı dine mensup din adamlarıyla yaptığı din konulu uzun söyleşileri de başka bir sebep olabilir. Aynı tarihi dönemde kendi imparatorluğunu kurmak ve sonsuz kılmak için üç semavi dini birleştirip tek bir din yaratma çabasında olan başka liderler de vardı. Şahcihan da böyle bir çaba içinde olmuş olabilir ve Tac Mahal de böylesine bir çabanın ürünü olabilir. Son olarak söylentileri bir kenara bırakıp Tac Mahal’in günümüzde karşılaştığı büyük tehlikeden söz etmek gerekir. Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’ye arabayla dört saat uzaklıkta olan Agra şehri bugünlerde hava kirliliği sorunuyla karşı karşıya. Havadaki tehlikeli maddelerin oranını günden güne artıyor ve bu durum Tac Mahal için büyük bir tehdit oluşturuyor. Sülfür dioksit ve benzeri zararlı maddelerin Tac Mahal’in beyaz mermerlerini sarıya çevirmesi, Yamuna nehrinde artan kirlilik oranı, başta Unesco olmak üzere birçok sivil toplum kuruluşlarını harete geçirdi. Tac Mahal gibi paha biçilemez bir mimari şaheserin korunması hem gelecek nesiller hem de insanlık tarihi için çok önemlidir. Çünkü Tac Mahal, büyük bir aşkın ızdıraplı bir meyvesidir…


Emre KOZAN ® sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir Cevap Yazın