içimde öldürdüm kelebeklerimi zehirlenmeyi bekliyorum.
Tik tak.. Tik tak…
Zaman akıp gidiyor…
2.12.. Elektrikler kesilmiş…
Tik tak tik tak!!
Guguk kuşunun kafası paramparça küçük kapıdan sarkıyor…
İnsan sevgisini sakınmak zorunda kalır mı?
Kontrolden çıkma noktası…
Eriyen buzulların aksine içim kaskatı kesilmekte… soğuk hava dalgası tüm yurdu etkisi altına almış… gök kubbenin altında ezileceğiz bir gün bu mutsuzluk, bu renksizlik, bu dalga dalga yayılan sevgisizlik yüzünden…
Aklıma elden düşme edebi deyimler geliyor elbet… “yitirmek” ya da “dağılmak” gibi kelimelerin şahıs ekleriyle giyinip boy gösterisine çıktığı edebi deyimler… ucuz aşk romanı da değil… başka bir şey.. İnsanları etkilemenin, mutsuzluğa sürüklemenin; hiç de yeni olmayan ama hala etkisini ilk zamanlarındaki gibi gösterebilen, en kestirme yolu… güzel bir ilişkinin tam ortasında elinize tutuşturulan o kitabın sayfalarını çevirmeye başladıysanız eğer; ertesi gün sevgili sevgili gibi gelmez… histerik anlar yaratılır.. Acı giderek daha çok haz verir okunanların etkisi altındayken… ve bitmez bir yolculuktur bu.. Her yeni sevgilide biraz daha arızalanır kafatasının içindekiler… biraz daha huzursuzluk arar ruhun.. Ve bingo.. Kitap amacına ulaştı. Artık dünya acı vermeden ya da acı çekmeden sevgi yaşanamayacağı gibi bir düşünceyi taşıyor kocaman beyninde ve tüm insanlar buna inanıyor.. Sevgide acı çekmenin ilk kuralı; söylememek.. 2. mi? O da basit.. Söyletmemek..
Tik tak tik tak.
2.21..
Işığı yeniden gördü gözlerim…
Tik tak tik tak…
Korunmasız sevişmelerin bedeli her daim vardır… ertesi gün hapıyla başlar her şey.. Ve bir sonraki regl dönemine değin yapılan onlarca gebelik testi.. Kanamanın bittiği gün yeniden sevişmek… sevmek ile sevişmek o kadar iç içedir ki birbiriyle; seks çok sert bir kelime eylemi adlandırmak için… belki de k ve s harflerinin yan yana kullanılmasıyla ilgili bir dilbilgisi anekdotu vardır bir yerlerde.. Kulağı okşamıyor ki harekete geçirebilsin!
Uyuyamıyorum yine..
Yolculuklar özlüyor bedenim..
Tik tak tik tak….
Uykuya dalıyorum. Tam dalıyorum derken bir şey bir dürtü bir kaşıntı beni yeniden yukarı çekiyor.. Kaşıyorum geçmiyor yeniden dalmaya çalışıyorum aldırış etmeden… günlerdir korkunç rüyalar görüyorum. Hayatımın çeşitli dönemlerinden kalan görüntülerin, içinden geçtiğim odalara döndüğü rüyamın ardından kendimi bir türlü toparlayamadım. Bilincimin üst kısımlarında olmadığından emin olduğum o görüntülerle karşılaşmak için hazır değilmişim deyip geçiştiriyorum.. Sonra yeniden sevişiyoruz.. Bu kez sevişmek ama.. Gerçek seviş(-mek).. Bütün duyguların açığa çıktığı bedensel isteklerden çok ruhsal açlığımızı doyurmak için yaptığımız okşamalar.. İç içe geçen ruhlarımızı uyumadan hemen önce birbirimize, ait oldukları kişilere, teslim edip; aramızda milimetrik boşluklar dahi bırakmadan bir yumak halinde uykuya dalıyoruz… öyle huzurluyum ki kucağında.. Belimden dolanan elinin tenimde bıraktığı o ateş… nefesinin enseme saldığı ürperti.. Ayakların ayaklarıma düğüm olmuş… odalardan geçiyorum rüyamda… hepsi geçmişte yaşadığım anlar; hatırlıyorum.. Sonra geminin güvertesine çıkıp nefes alıyorum… minik öpücüğün boynumda gezintiye çıkıyor… uykuyla uyanıklık arası bir yerde söylüyorum sevdiğimi seni.. Çok sevdiğimi… gerçekten hem de… uyandığımda her şey bir masal olmuş.. Gökyüzü aydınlık masmavi… ve ne yazık pisliklerimizi kapatamayacak kadar şeffaf…
Ruh sıkışması anlarım..
Parmak uçlarımdan başlayan uyuşuma bunun habercisi.. Aldırış etmiyorum… gözlerimi kapatmak uyumak uyumak uyumak istiyorum… dünyanın son günü geldiğinde uyanabilirim hiç sorun değil.. Sadece bu insanlarla aynı dünya üzerinde yaşıyor olmaktan utanç duyuyorum.. Bütün derdim bu… sevgiyi paylaşmaktan korkan karşısındakini de korkutan bütün bu insanlardan, mutsuzluklarından da onların; uzakta… bir ölüm bahçesinde dahi; razıyım.. Ama lanet olası insanlar bırakmıyor yakamı..
Emre KOZAN ® sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.